Vatanım Sensin: 'Bari birazcık mağlup olsaydık?' - Beklenen Kral

12 Mayıs 2017 Cuma

Vatanım Sensin: 'Bari birazcık mağlup olsaydık?'


Hangi amaç olursa olsun ardında, vahşet saçarak hiçbir şey elde edilemeyeceğini yüz yıllardır tarih yazmakta. Tarihle oyun olur mu, tarihten saklanılır mı Vasili; söyle?.. Gaza gelmenin böylesi bir versiyonunu da az gördüm. Gözü dönmüşlüğün, bunu resmedebileceğiyse çok açık. Dizide Yunan işgalinin gerçekçi anlatılmadığından şikayet edenler için de, bu sahneler tatmin edici olmuştur sanıyorum. Ben ediyor muydum, evet. Ama böyle bir sahne gördüğümde, çokça etkileneceğimi bildiğimden ses etmiyordum. Nitekim, izlerken taş kesildim diyebilirim. Çokça sinir bozucuydu. Yunanların gezmeye gelmiş haline de böylece son verilmiş oldu...

27. Bölüm




Vasili'nin içerisinde hep naif bir adam olduğuna inanmak istedim. Tüm bunları mecbur olduğunu düşündüğünden yaptığını falan. Kendimi kandırdığımı biliyordum ama bu bölümle birlikte, ayyuka çıktı tüm gerçek. Misak-ı Milli'nin kabul edilmesiyle, Hamilton için İzmir'de kalmanın bir manası yoktu ve görevinin son bulduğu haber edildi. Ama tabi ortalığı daha da karıştırmadan bir yerlere gitmeye niyeti olmadığından, şimdiye kadar dizi sınırları içerisinde izlediğimiz en vahşi sahnenin mimarı oldu. İkincisi de, yine kendisinin bombalı eylemiydi. Göründüğü üzere, çıta her seferinde daha yükseğe çekiliyor ve bunun bir şekilde durdurulması gerek. Bu konuda Eftelya'nın, Yakub'a anlattıklarının pek bir hükmü yok, zaten ondan da şüpheleniyorlardı. Ama tabi diplomatik dokunulmazlığı sebep, kimsenin yapabildiği bir şey yok. Hamilton'un durdurulması ve daha büyük felaketlere sebep olmaması şart. Hiçbir şey yapamıyorsanız, izbe bir yerde kafasına bir kurşun sıkın. Dizide üç tane ekstra şerefsiz vardı, ikiye düştü. Rica edeceğim, şimdi de bire düşsün. Zira Tevfik tek başına da yeterince şerefsizliğe imza atıyor...


Bu katliamın emrini veren Vasili'nin yaptığından pişmanlık duyacağını hiç sanmıyorum. Duysa bile yitip giden canların geri gelmeyeceği açık. Ve onun da bu saatten sonra büyük bir bedel ödemesi gerekiyor... Ona en büyük ceza, en büyük kötülük iki oğlunun da karşı safta yer aldığını bilerek ölmek olacaktır. Bundan daha ağır, bundan daha katlanılmaz bir ceza düşünemiyorum şahsen. Ali Kemal'in Dimitri olduğunu öğrendiğine mâlum ki, ne fikri ne de tavrı değişecek. Leon'un ise zaten işgali olabildiğince haksız görüyorken, babasının yaptırdığı bu katliamı öğrendiğinde tavrı tamamen değişecek. Ve istihbarat vermek için sızdığı kuvvacılardan birine dönüştüğünü izleyeceğiz şüphesiz zaman geçtikçe. Kendini onlara kanıtladıkça, Hilal'le bu sürecin en başındaki anlaşmayı öğrendiğindeki -öğrenmesi kaçınılmaz- konuşması daha ikna edici olacaktır. Tabi, Leon'un ona bu plânı ormanda anlatmış olma ihtimali de yok değil. Eğer öyle çıkarsa tadından yenmez, bir flashbacke bakar ama çıkmazsa, Leon ne yapıp ne edip elini güçlendirsin rica edeceğim. Zira aşıkken dahi ayrı olan bir çiftin, bir de ayrılma kararı almasının nelere gebe olacağını düşünmek dahi istemiyorum...


Dizinin ana aksı kurtuluş mücadelesi olduğu için, Hilal ve Leon'un karşılıklı sahnelerinin az olmasına isyan etmeyi kendimce uygun görmüyorum ama o az sahnede dahi sanat dolu, aşk dolu repliklerle nasıl gönlümüzün alındığını bildiğimden; bu hafta az biraz rahatsız oldum diyebilirim. Matbaa sahnesinde Hilal elinde sıradan bir defterle geleceğine, o sosyal medya uygulamasına feda edilen mektuplar verilebilirdi elden ele. İki saniyecik de olsa mağdur olabilirlerdi. Zaten ortamda büyük bir gerginlik varken, Leon'un Hilal'le kendini bulabilmesini isterdim yani. O mektuplar da ayrıca her ikisi için can suyu olurdu bu noktada. Ama olmadı. Bir sonraki haftaya kısmet... Leon'un kendini kabul ettirebilmesi kolay olmayacak ama ettirdikten sonra Hilal'le daha uzun sahnelerini izleyebiliriz sanırım. Tutsakken, gecenin kör karanlığında Leon ile yalnız kalması kimseyi meraka sevk etmezken; şu anki durumlarında, gün aydınlıkken dahi Leon'un yanında olması başkalarının Hilal'i merak etmesine sebep oluyor çünkü... (laf soktu)


Bir başka aşk cephesi, YılKe... Açık konuşmam gerekirse, yaşadıklarına ensest gözüyle yaklaşmıyorum. Üvey kardeş olduklarını öğrenmeleri bir-iki yıl öncesini kapsamıyor neticede. İkisinin de onlu yaşlarının başında olduğu bir dönem olarak izledik. Yani henüz çocukken öğrenilmiş bir gerçek için, şimdiki zamanda olayı 'ensest' olarak görmek pek mantıklı değil. Tabi normal şartlarda tasvip edeceğim bir şey de değil ama Ali Kemal çok aşık yahu, nasıl karşısında durayım... Yıldız'ın birkaç haftadır aşamalı olarak düzgün bir karakter formuna sokulduğunu izliyoruz. Bunun bir diğer yansıması da, Ali Kemal'in karşısına geçip olası bir evlilikten dahi bahsetmesi oldu. Elbette bize bu sırada sırf oradan kurtulmak, uzaklara gitmek için böyle davranıyormuş gibi hissettirilmesini sevmediğimi belirtmek zorundayım. Hani bir şey yapıyorsanız, tam yapın. Karakterin bir öyle, bir böyle gösterilmesinden onun adına ben daraldım... Rum kızıyla olan sahnesinde ise haksız olduğunu düşünüyorum. Karşısındaki insanlara fazla keskin cephe alıyor ve yanlış adım atması da o sebeple daha kolay oluyor. Kızın tokatı hak etmesi bir şey, Yıldız'ın o tokatı indirmesi bambaşka bir şey. Mâlum, Leon için de Hilal'e bir tokat indirmişti zamanında. Ama daha sonra Leon ile evlenmek istemesinin tek sebebinin Ali Kemal'in kendisine bir türlü açılamaması olduğunu haykırmıştı. Yani şimdi ben bunun altından da ya bir şey çıkarsa diye düşünsem ne kadar haksız olurum?.. Karakteri düzeltecekseniz ya tam düzelsin ya da bırakın olduğu gibi kalsın... Ayrıca Ali Kemal'in o kızla yattığını da pek sanmıyorum. Ama öpmesi bile bir şeydir...


Mirliva Tevfik'i bu bölüm pek göremedik, mâlum Hamilton'un gözünden bir anda düştü. Tabi bu çiğliklerinin sürmemesi için bir sebep kesinlikle değildi... Yemek masasında Ali Kemal'in çıkışlarını oldukça sevdim. Ağzına lafları tek tek güzel soktu. Sonrasında yediği tokat ise bir nişanı olabilir ancak o sahnenin. Demek ki Tevfik'in içinde bir yerlere dokundu. Demek ki, aslında hak veriyor Ali Kemal'in dediklerine. Ve vatanını satan bir şerefsiz olduğunun kendisi de farkında. Bu sahnede Ali Kemal'in eline ekmek bıçağı alıp, Tevfik'in böğrüne saplamasını da istemez miydim; isterdim. Neyse, ortalığı o kadar da alevlendirmeyelim... Peki, Eftelya ölmüş olabilir mi? Bence ölmedi!.. Hamilton'ın boğazını sıkması bayılmasına sebep oldu sadece gibi. Bir insanı öldürüp de, lap diye o ortamı terk etmezsiniz neticede. Mümkünse ölmemiş olsun. Yakub ile shipledim tam, on dakika geçmedi kadın Azrail'le pazarlıkta. Ayıptır, günahtır. Şu kadın kendisini gerçekten sevecek bir adamın yanı başında olsun bir kere de. Yakub da bunun için biçilmiş kaftan. Kıymayın kendisine... (Ne yazık ki kıymışlar. Şebnem Hassanisoughi'ye emekleri için sonsuz teşekkürler. Özleyeceğiz...)


Şunu kabul etmemiz gerekir ki, bu bölümün yıldızı kesinlikle Azize'ydi. Her sahnesinde, her konuşmasında ayrı bir ışık vardı. Bu kadar cevval ve her şeyi hemencecik halledecek meziyette olmasına ise bayılıyorum. Kendisinde sevmediğim tek şey, çenesi. O konuda da büyük bir ilerleme katettik gibi... Cevdet'in artık gerçek görevini öğrenmesi şarttı. Kadın iki gün önce evlendiği Tevfik'in bile gerçek niyetini öğrendi de, Cevdet'in gerçeğine bir türlü sıra gelmemişti. O leş, ağza alınmayacak bir sürü küfrü yakıştırdığım katliam sahnesi; bu gerçeğin ortaya çıkmasına vesile oldu ya, ne desem bilmem şimdi... Cevdet'ten bir an olsun şüphelenmekten vazgeçmeyen Stavro'nun, o bomba patlamasından dahi kurtulduğunu görünce kolay kolay sonunun gelmeyeceğini düşündüm. Meğersem, bölümün sonundaki o şahane ana saklamışlar gebermesini... Her şey olup bittikten sonra yetişebilen, onca insanın yok yere katledildiğini gören Cevdet'in sahnesi inanılmazdı. Yine ne diyeceğimi bilemediğim anlardan biriydi kesinlikle. Ama daha iyisi, bu konuşmayı orada olan Azize'nin de duymasıydı. Sonunda, Cevdet'in gerçeğini öğrenmiş oldu. Sonunda, sevdiği adamın bir hain olmadığını anladı... Arada mesafe vardı ama o bağırışı duymaması imkansız bence. Onu duymadıysa, Stavro'yu duymuştur neticede. Her türlü, artık gerçeği öğrendi olarak bakıyorum. Stavro'nun ise eşek cennetine gittiği kesin. (Tuğrul Tülek'e de emekleri için sonsuz teşekkürler.) Mâlum İzmir'deki işgali destekleyen Yunanlar için o devrin sonu ya eşek cenneti olmuş ya da Ege Denizi...

Beklenen Kral

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder