Vatanım Sensin: Hayatımızdan bir Tevfik geçti, üzdü de gitti... - Beklenen Kral

26 Ocak 2018 Cuma

Vatanım Sensin: Hayatımızdan bir Tevfik geçti, üzdü de gitti...


Kötüleri sevmek zordur. Onlarla empati yapabilmek, yaptıklarını desteklemesen bile varlığına tahammül etmek; çok zordur. Derdinin tasasının senin keyif sebebin olduğunu bildiğin bir karakterin kötülükler yapmasını izlemek de işkencedir biliyorsunuz. O andan itibaren terazi senin aleyhine işler çünkü. İzlediklerinden afakanlar basar ama hiçbir çare bulamazsın derdine. Final gelecek de, kötü cezasını bulacak. Yaptıklarının bedelini ödeyecek ve nalları dikecek. Ölme eşeğim, ölme... Bu genel kanıyı yıkmak ne kadar zorsa, kendini sevdiren bir kötünün ölümüne üzülmek de o kadar kolay. İçinin cız etmesi hele, en kolayı. Zira kötülük bir ruh hali yansıması, o kötüyü kendinden bir şeyler katarak canlandırmaksa sevginin anahtarıdır. Şerefsiz Tevfik'i bu kadar sevdiysek eğer, sebebi yazılandan ziyade Onur Saylak'ın mükemmel performansıdır...

42. Bölüm


Onu iyi tanımadık, aslında hiçbir zaman da iyi olmadı. İyiyi oynadı, iyi gibi davrandı. İlk bulduğu fırsatta hep arkadan vurdu. Bundan kıvanç duyduğu yetmez gibi, kurtuluş mücadelesini başlatan Mustafa Kemal'i öldürmeye bile teşebbüs etti. Yani onun gözü hep çok dönmüştü. Makam, mevki için satmayacağı kimse yoktu çünkü. Hani, "Babam olsa tanımam" derler ya, Tevfik de babası olsa tanımazdı. Hatta kendisiyle ters düştüğünde düşünmeden sırtından vurma cesaretini bile gösterirdi. Böyle birisiydi çünkü. En yakın dostunu, yıllarca birlikte at koşturduğu silah arkadaşını dahi sırtından vurmuş bir adamdan bahsediyoruz nihayetinde... Sadece aşk, aşk onu biraz değiştiriyordu. İçindeki kötüyle mücadele edebilen tek şey, oydu. Azize'ye duyduğu koşulsuz ve karşılıksız aşk. Hiç durmadan, delicesine hissettiği sevda... Her ne kadar son kertede bu sevdadan vazgeçmiş de olsa, yine de ölmesine gönlü razı olmadı. Kendinin ölmeyeceğini umarak, ona yaşama hakkı tanıdı. Ama senaristin elindeki kalemin mürekkebi, yalnızca bir kişinin yaşamasına müsaade ediyordu. Umduğunu bulamadığı anda, gözüne perde inmesi de bir oldu. O acı gülümsemesi ise karakterinin bu zamana kadar takındığı tavra acı bir selam. Kötüydü ama içinde bir yerde, Cevdet'in iyi biri olmasına duyduğu güven vardı...




Tevfik'in ölümüne çokça üzüldüğümü söylemeliyim. Haftalar önce dile getirildiğinde inanmak istememiş, daha sonra bizatihi Onur Saylak'ın ağzından ayrılmayacağını duyduğumda da pek keyiflenmiştim. Evet, hikâyesi tükeniyordu ve kaçacak, kendine yeni alan açacak bir imkanı da yok gibiydi ama ne bileyim, bir şekilde hikâyenin kenarından köşesinden tutunmasını isterdim. En çok da Onur Saylak'ı izlemenin verdiği zevkin inanılmaz keyifli olmasından. O kadar çok ölmesi ya da uzaklaşması gerekli karakter varken, sıranın ilk ona gelmesi üzücü. Gereksiz karakterler için sonun başlangıcını aralamıştır umarım bu ölüm. Her birinden teker teker kurtuluruz... Azize'yi son anda ölüme terk etmesi, kendi paçasını kurtarmak için çiğleşmesi karakterin şerefsizliğinin doruk noktasıydı artık. Eski benliğine ulaşmıştı ve daha üst bir mertebeyi hak ediyordu şerefsizlikte. Tabii kendini kurtarmak için başvurduğu bu yolun, sonunda yine kendi ölümünü hazırlayan şey olması güzel bir ironi. Cevdet vaat ettiği gibi, sadece bir gün daha yaşamasına izin vermiş oldu. O günü kurtardı, Azize ise hayatını. Hem öyle sırtından da vurmadı kendisi gibi Cevdet, gözlerinin içine baka baka sıktı alnının çatına... Uğur ola Tevfik, emeklerinize sağlık Onur Saylak. Özleyeceğiz...


Azize ile Cevdet'in kavuşması ise tüm bu aksın sonunda nihayet gerçekleşti. Biraz daha uzaması durumunda afakanlar basması kaçınılmazdı zira. Ekstra hiçbir amaca hizmet etmeyen bir gizlenme haliydi bu. Hamilton'ın lüzumsuz inadının sonucu. Yine engel olmak için elinden geleni yaptı ama bu kavuşmaya daha fazla mani olamadı... Şahane bir kavuşmaydı. Tam ölmek üzere olduğunu düşündüğü anda hayatının kahramanı tarafından kurtarılan Azize, bu sefer de ölmediyse daha kolay kolay ölmez herhalde... Peki ne olacak? Açıkçası hâlâ bir çıkış yolu görebilmiş değilim. Hazır Dağıstanlı tekrar çiftliğine döndürülmüşken, Azize'nin gizlice görevine devam etmesi sağlanacak sanıyorum. Nasıl Cevdet'in bir vatan haini olmadığını yalnızca Azize biliyorsa, şimdi onun yaşadığını da bir Cevdet bilecek. Kızların ve Hasibe ananın bir şeyden haberdar olacağına inanmıyorum. Acı ama gerçek... Nihayetinde ikisi de görevinin başında ve görevlerini her şeyin önünde görüyorlar. Üzerimdeki karamsarlık bulutları biraz da bundan sevgili okur. Tabii umarım yanılırım ve Azize ailesinin geri kalan fertleriyle de kavuşur. Ondan sonra yine görevinin başına dönsün, en azından kızları ve annesi yerine koyduğu kaynanası da yaşadığını öğrenmiş olsun...


Pek tahammül edebildiğim bir karakter olmadı, olmayacak da. Yine en başa döndüğümüzü düşünürsek, yeniden uzun uzun bir sürü sahnesini izleyeceğimizden de emimin. Ancak bunu hiç istemediğimi söylemek zorundayım. Dağıstanlı ve çiftliği aksına sezonun başından beri maruz kalıyoruz ve o sahnelerin tümünde kendimden geçiyorum. Zevkten olmadığını belirtmeme gerek yok sanıyorum?.. Bu aks sürecekse de, en az sahneyle sürmesini temenni ediyorum. Ne Dağıstanlı ne de Seher'e bir bölüm içerisinde beş dakikadan fazla tahammül etmeye takatim kalmadı gerçekten. Sadece onlara da değil, Aleksi de aynı şekilde. Karakterin hangi amaca hizmet ettiğini hiçbir zaman anlayamayacağım. Tek yaptığı ortalığı karıştırmak ki, artık bunun da kabak tadı verdiği mâlum. Hele Leon'un Bolşeviklerden olduğunu anlamaya çokça yaklaştırıldığı bu bölüm itibariyle, her an birinin tıpkı Tevfik'e olduğu gibi kafasına sıkmasını bekliyorum. Çünkü o öğrendiği gerçeği asla kendine saklamayacaktır. Sırf yılların ötelenmişliği ve ezikliğiyle gidip her şeyi babasına bir bir anlatır. Ondan sonrası ise kaos. Tek temenni Flipos'un inanmaması olurdu ama iş oraya vardıktan sonra, inansa ne inanmasa ne...


Aşkı o kadar nazik ve şık yaşıyorlar ki, hayatlarının her demi de öyle geçsin istiyor insan yaşadıkları o belirsiz paralel evrende. Bir savaşın içerisinde, yanan bir ormanın tam ortasında kalmış o bahtsız çiçek gibiler ve ben o çiçeğin ne solmasını ne de o yangınla birlikte kül olmasını istiyorum. Bundan sebep mutlu oldukları sahnelerin birçoğunda dahi, yersiz şekilde hep içim buruk oluyor. Sanırsın aile büyükleriyim de, başlarına her an kötü bir şey gelecekmiş gibi endişe taşıyorum. Bunun sona ermesi uzun vadede mümkün değil ama ikisinin kavuşması kısa vadede de, uzun vadede de mümkün. Ve artık hazır bir evleri de varken, gönül bağıyla birleşen kalplerine resmi nikah yapılmasının vakti geldi sanıyorum. Bu konuyu en kısa sürede Cevdet'e açıp, aynı evde yaşadıklarını görmeyi pek isterim. Ben bu iki sıpa yüzünden çocuk sahibi ebeveyn gibi oldum. İyi değilim, efenim. Çocuklarımı üzmeyin...


Leon'un evi tutma kararını aldıran o hayâle gelirsek, çok güzel bir detay değil miydi? Tabii karşılığını çok kısa sürede bulması, yine içime az biraz kuşku tohumları ekti; 'bu çocuklar herhalde sonunda gerçekten mutlu olamayacaklar' diye ama ben umuyorum ki olacaklar. O evde, el ele diz dize çocuklarını büyüttüklerini de göreceğiz... Bu bölüm yan yana geldikleri her sahnede ateş ediyorlardı. Kavga dövüş de neymiş, pek yabancıydılar. Nereye kadar sürer bu hâl bilmem de, Hilal'i eve getirdiğinde ilk iş kitaplığı düzeltme fikrini ortaya atmasına biraz bozuldu Leon. Çocuk halvet istiyor Hilal, yeter artık bize bir torun yapın!.. Her ne kadar Tevfik'in ölmesi ile modum yerle yeksan olsa da keyifli bir bölüm izlediğimizi belirtmeliyim. Azize ile Cevdet'in kavuşması, HiLeon'un artık bir yuvasının olması güzel detaylar. Reytingler mi? Üzüntü sebebi. Hiç hak etmediği sonuçları aldı geçen hafta ama bu sefer durumu toparlar dilerim. Bu sefer de mi olmadı? Reklamverenler bence her şeyin farkında. E, hayırlısı...

Beklenen Kral

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder