Ekrana bakıyorum dakikalardır. Hiç böyle olmazdı. Başlığa dizinin ismini atar, hemen yazmaya başlardım. Daha bilgisayarın başına oturmadan, nasıl yazacağımı kurgulardım çünkü kafamda. Ne kadar sinir olsam da, ne kadar eğlensem, mutlu olsam da izlediklerimden sonra; hiç şaşmazdı bu rutin. Şimdi yazamıyorum. Aklıma yine çok şey geliyor ama sonra sevdiğinin kollarında ölen Ayşegül gözümün önüne geliyor, uçup gidiyor geri kalanlar. Hah, şimdi oldu buradan gireyim diyorum; bu sefer de sevdiği uğruna deliren Poyraz beliriyor zihnimde, ben yine diğer her şeyi unutuyorum. Dedim ya, yalnızca ekrana bakıyorum dakikalardır. Yazacak çok şeyim var ama nasıl başlayacağımı bilemiyorum ilk defa. Çünkü kahramanlarımı kaybettim. Çünkü, her çarşamba gecesi zevkle hakkında yazdığım Poyraz Karayel'i kaybettim. Çünkü, bitti. Veda dediğin böyle olurdu Poyraz Karayel için; ancak ciğerim yanıyor için için...
82. Bölüm -FİNAL-
Bahri babanın bir gereksizin elinde ölmediğine çok sevindim. Ayşegül iki çekiç darbesiyle, zinciri kırdı girdi içeri; "Heyt be!" dedim. Tamam tamam, öyle demedim. "Son bölüm diye çok masraf yapmayalım, arabayı haşat etmeyelim dediler galiba" dedim aslında... Neyse, sonuca bakalım. Babası için, tıpkı sevdiği adam için olduğu gibi ölümü kabullenen bir Ayşegül izledik. Onu da, kendini de kurtaramayacağını anladığında öylece ölümü bekleyen Ayşegül'ü... Poyrazların Savaş'ın gerçek kimliğini öğrenip yetişmesi on numara oldu. İkisi de kurtuldu. Ama tekrar ölmek için kurtuldu...
Savaş'ın tam bir ruh hastasına bağladığı hastane sahnelerini pek de sevdiğimi söyleyemem. Önüne çıkan herkesi öldürme eğilimi göstermesi bence aşırı uç noktada bir tepkiydi. Eda'nın gerçekten düşmanından yana olduğundan emin değilken, onu gözden çıkartması da aslında biraz saçmaydı. Nevra'nın her dediğine bu kadar koşulsuz güvenmesi de elbette... Bahri'nin ölmediğini öğrendiğinde, hastaneye iki dakika mesafede olması ise ayrı mesele. Poyrazlar nereden ağrı otele gidiyordu ki, Savaş'la aynı yere gittikleri halde bu kadar gecikti? Garipti. Nitekim yine emeline ulaşamaması sevindirici oldu. Savaş'ın elinden gelen ölüm ne Bahri'ye ne de diğer kahramanlarımıza reva olamazdı. Sonu da güzel oldu... Keşke aynı son Nevra için de vuku bulabilseydi. Ne güzel şimdi Ayşegül yaşıyor olurdu...
Tabi şunu da belirtmek isterim, bölümde çok fazla silah sesi duyduk. Haddinden fazla. Bir yerden sonra Kurtlar Vadisi Pusu'ya selam çakacak noktaya geldi. Kahramanlara hiçbir şey olmuyor ama ayağından vurulan figüran dahi ölüyordu. Onun dışında ölümü bu kadar çok sıradanlaştırmak da ne bileyim, biraz abartı geldi. Her şeyi dozunda sevenlerdenim ben, sanırım ondan. Birkaç doz abartıldı durum. Hele Poyraz'ın silahları aldığı adamı öldürmesini oldukça garipsedim. Poyraz hiçbir zaman bu kadar kolay, insani olmayan bir dürtüyle başkasını öldürebilen bir karakter olmadı çünkü. Tamam, yavaştan aklını sıyırmaya başladı olarak bakalım meseleye ama Poyraz Karayel bu. Çizgisine uygun bir ölüm değildi. Elbette şu açıdan da bakabiliriz, nasıl girişimin üyeleri Nevra'nın dolduruşuyla ölmüş de olsalar; on numaraydı bu son onlar için. Silah tüccarının ölümü de, başkalarının ölümüne aracılık edememesi açısından on numaraydı. Anlayacağınız pembe gözlüklerimi takınca tablo böyle. Ancak, hiç pembe gözlük takacak modda değilim; fazlaydı bunca ölüm...
Nevra'nın istediklerini birer birer elde edişini izledik aslına bakarsanız. Girişimi ortadan kaldırmak için kılını dahi kıpırdatmadı. Can düşmanı Bahri'yi öldürmek için de. Savaş o noktada emeline ulaşamasa da, bu Nevra'nın günün sonunda zafer elde ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Her ne kadar bir yanı yanmış olsa da... Poyrazların aklına neden ölümünden emin olmak gelmedi hiç anlamadım. Yerlerinde olan herhangi biri, öldüğünden emin olmadan oradan ayrılmazdı. Ayrıca hiç mi duymadılar, arabadan yalnızca bir ceset çıktığını? Nevra o halde birini öldürüp de arabanın içerisine koymadı ya? Eee... Bu durum biraz bile bile lades, biraz kör göze parmak olmuş ne yazık ki. Nevra'nın zaferi için kahramanlarımızın gözleri kör, kulakları sağır edilmiş. Ve o zafere erişmesi sağlanmış...
Dünyanın en bahtsız karakterlerinden birisi Ayşegül, en dertlisi, en efkârlısı. En çok canı yananlardan, en çok güçlü durmaya çalışanlardan aynı zamanda. O, bu ölümü hak etmedi. Asla mutlu bir son arzulamıyordum yanlış anlaşılmasın. Sadece bu şekilde ölmemeliydi... Ben her şeyin bir hayâl olduğu, Poyraz'ın aslında ikinci sezon sonunda öldüğü o hali arzulamıştım. Yani ölmesindense, Poyraz yerine onun delirmesini yeğlerdim. Zira, Poyraz'ın ölümüne orada tanık olmuş ve kanıksamıştık. Geri dönecek diye aylarca beklemiş, Ayşegül evlendikten sonra ortaya çıktığında keyiften dört köşe olmuştuk. İşte tam o andan sonrası Ayşegül'ün zihin oyunu çıksa hiç de fena olmazdı. Ardından delirmiş, izlediğimiz her şeyi kafasında canlandırmış...
Aşkı için ölüme yürümeyi göze alan karakterin sonu, onu bu cesaretiyle yüzleştirmek olmamalıydı. Ama oldu. Acılar içinde, sevdiği adamın kollarında, onu bir daha göremeyecek olduğunun farkındalığıyla öldü. Burçin Terzioğlu benim en beğendiğim kadın oyuncu, bunu açıkça yazabilirim. Aday olduğu her oylamada da gözüm kapalı ona oy veriyorum. Bunu da yazayim. Ve beni yine yanıltmadan, olağanüstü bir şekilde karakterini ölüme uğurladı. Kumaşına sağlık. En kısa sürede yeni bir projede izlemek dileğiyle...
Dünyanın en şaşkın, en deli dolu ve yine en bahtsız karakterlerinden birisi o. Öldü, aslında ölmedi. Mutlu olduğu anlarda bile mutsuzluk yoldaşı oldu. Sevindiği her seferinde, hüzün onunla yüzleşmeye hazırdı. Ve sonunda, o da buna dayanamadı. Her şeyi geride bıraktığını, sevdiğiyle upuzun bir yolculuğa çıkıp kafayı dinleyeceğini düşünürken gözlerinin önünde ölümünü izledi. Yerinde kim olsa delirirdi. O da zaten az biraz deliydi, tümden kontrolünü kaybetti. İnanamayışı, sorgulayışı, anladığı ilk ana kadar kollarını açıp sarılmasını bekleyişi; içimde derin bir yara açtı. En çok gönül bağı kurduğum karakterlerden birisi oldu şimdiye kadar. Ve onu böyle görmekten yana dert edindim. Keşke, ölmüş olsaydı. O ölmüş olsa, şimdi bu acı gerçeğin gölgesinde aklında her an Ayşegül var olarak yaşamayacaktı. Biz onun acısını zaten yaşamıştık dedim ya, bir de Ayşegül'ün acısını yaşamazdık hiç değilse... İlker Kaleli dizi boyunca çok fazla haksızlığa uğradı, hakkında çok fazla yanlış şey paylaşıldı, çok fazla kırıldı. Ama bir kez olsun bu performansına yansımadı. İlk bölüm nasılsa Poyraz Karayel hep öyleydi. Mükemmel başladığı işi, mükemmel bir şekilde noktaladı. Ondan başkası Poyraz Karayel olsa, bu kadar etkileyemezdi kimseyi. Zira onun o zıpır ruhuna sanki biraz sahip kendisi de. Kumaşına sağlık. Onu da en kısa sürede görelim yeni bir projede...
Üç sezon boyunca beni bir kez hayâl kırıklığına uğratmıştı Bahri baba. Poyraz öldükten sonraki süreçte, daha doğrusu onlar öyle sanıyorken; çok kolay adam öldürmeye başlamıştı. Normalde hiç yapmayacağı şekilde. Ona dair aklıma gelen tek kırıklık bu. Onun dışında bir kere bile imajını, kişiliğini bozmadı. Bir kez olsun, dediğinden dönmedi. Bir kez olsun, haklının hakkını yemedi. Kim için ne gerekiyorsa, onu sundu. Elbette adaletin keskin kılıcı o olamazdı ama en az adaletin o keskin kılıcı kadar adildi. Düşmanının bile saygısını kazanmış kaç insan vardır ki? Kaç karakter gördük böyle?.. Ölümden o da çok defalar sıyrıldı. Son ikisinden de vedada sıyrıldı. Ama Ayşegül'ün ardından ancak bir yere kadar dayanabilirdi kalbi. Kızına, oğluna kavuşması kaçınılmaz olmuştu biraz da ve o da, yanlarına gitmeyi seçti. Musa Uzunlar, Kurtlar Vadisi'ndeki performansının ardından belki de en doğru seçimi yapmıştı Bahri Umman'ı giyerek. Zira daima onunla birlikte anılacak ve ne kadar iyi oynadığı konuşulacak. Emeğine sağlık. Dilerim yeni projesinde de çok doğru bir karakteri giyer...
Bahri'nin bir ara taht adayı Poyraz olmuştu ama normal şartlarda asıl onun hakkıydı koltuğu, en başından beri. Bunu inkâr edecek değilim ama Sadreddin'in de hiçbir zaman düzgün adam olmadığı bir başka gerçekti. İpek için vurulup, ölümle kucaklaşmasına ramak kaldıktan sonra toparlamaya başladı kendisini. Ondan sonra, asla öncesindeki o adam olmadı. Songül'e yine kötü davrandı, hor gördü, aşağıladı ama artık zevk için adam öldüren Sadreddin değildi. Zaten üçüncü sezonda da tümden değişmeye başladı. Sonunda Bahri'nin koltuğunun gerçek sahibi oldu. Tabi büyük üzüntümdür, Songül ile ilişkisinin hep son haftalardaki gibi olmayışı. Şahane bir çift oldular. Bir ara Songül yine ölecek zannettim ama Sadreddin'e olan aşkının farkına varması, sadece Fatih'i eceliyle buluşturdu. O ise Sadreddin babanın güçlü eşiydi artık. Eskisi gibi sadece eşi değil...
Üç sezon boyu her belanın altından sıyrıldığı gibi yine sıyrıldı, hatta Nevra'dan sonra kazanan ikinci kişi de o oldu lâkin bu sezon o da öyle tatlı değişti ki, asla içimde ukde değil böyle olması... Ali İl her zaman izlemekten keyif aldığım bir oyuncu olmuştur. Poyraz Karayel'de de Sadreddin'in o en katlanılmaz hallerinde bile öyle taşıdı ki rolünü, taçlandırdı sahnelerini. İyi ki, dediklerimden birisi. Kumaşına sağlık. Ece Özdikici'yi ilk defa Poyraz Karayel'de izledim. Songül'e delicesine sinir oldum ama bu kadar iyi oynanınca da başka türlüsü olmazdı zaten. Sonradan en az onun kadar sevdik Songül'ü de ve bundan sonra yer aldığı projeyi ilgiyle takip edebilirim. Onun da kumaşına sağlık...
En cefakar çiftlerden birisi de Zülfikar ile Meltem. Mutluluğu onlar da hep uzanacak kadar yakın ama dokunamayacak kadar uzakta buldular. Aradaki kıl kadar mesafe bile uzak kılmaya yetti yani onları mutluluktan. Meltem'in zaten gelgitli bir karakter oluşu, ardından Çınar yüzünden hafızasını kaybetmesi iyice onları ayrı koydu. Ama çaresini sonradan güzel buldu. Derdinin dermanı, Zülfikar'ın dudaklarıydı ve her konduğunda dudaklarına dudakları, gerçeğe biraz daha yaklaştı. Ve sonunda bir üçüzle bu aşk taçlandı...
İsimleri ise olağanüstü seçilmişti; Ayşegül, Sema ve Sefer. Bundan daha ince bir dokunuş, bundan daha naif bir hak teslim etmek olur mu?.. Celil Nalçakan dizilerin kötü adamıyken, kapitalizm düşmanı, hafiften saf ama dağ gibi yüreği olan Zülfikar'ı üzerine o kadar yakıştırdı ki; o kadar olur. Onun işi oldukça zor. Bundan sonra Zülfikar'ın üzerine çıkacak bir karakter bulmak tam bir eziyet. Ama ne olursa olsun oyunculuğuyla tatmin edeceğinden eminim. Hare Sürel farklı bir ışığı olan, göründüğü her sahnede kendine çekmeyi başaran bir oyuncu. Meltem ona da cuk oldu. Ve iyi ki o Meltem oldu. Kumaşına sağlık kendisinin de...
Bir fenomen doğuyor dedik, doğmasına ne yazık ki izin verilmedi. Ama yine de ne yaptı, ne etti kendini izlettirmeyi, sevdirmeyi, gönlümüzün fenomeni olmayı başardı Eda. O kadar zekice yaratılmış bir karakterdi ki, harcanması o yüzden daha büyük hayâl kırıklığı yaratıyordu. İdealist bir ajanken, sevdiği adam için mesleğine ihanet edecek birine dönüştürülmesi, ardından kızı meselesinin yaratılması ve iyice tırlatma eşiğine getirilmesi can sıkıcıydı. Ne zaman ki girişimi alt etmek için çete kuruldu, işte o zaman Eda da hak ettiği noktaya erişti. Sonunda girişimi çökertmeyi başararak, istihbaratın başına geçmeyi de başardı. Funda Eryiğit için ne desem eksik kalır. Şimdiye kadar nerelerdeydi bu karakter demek istiyorum yalnızca. Giydiği her rolde kendini kanıtlamayı başaran birinden Eda'yı üzerine yakıştırdı diye bahsetmek de garip olur. Emeğine, kumaşına sağlık gerçekten...
Sinan... Bahtsız bir çocukluk geçirdi ne olursa olsun. İki kere ölümün kıyısına yanaştı, kendini zor kurtardı. Hastalıklı aşık babasının hiçbir zaman ilk sırasında yer alamadı belki ama Poyraz onun için de gözünü kırpmadan ölürdü. İlk bölümden beri tüm çılgınlıkları, çapkınlıkları ve hınzırlıklarıyla gönlümüze taht kurdu. Menemen diyişiyle de ayrıca!. Keşke Ayşegül'ün ölümüne, babasının delirmesine tanık olmasaydı. Ama elden ne gelir işte... Ata Berk Mutlu; o mütevazi, bir dirhem ben ne oldum delisi olmayan, her daim alçak gönüllü davranan güleç yüzlü çocuk. Sinan sana çok yakıştı, yolunu da açtı. Hep böyle kal olur mu? Her zaman kalplerimizde bu şekilde yer et. Kumaşına sağlık...
Taş Kafa, Ümran, İsa ve Cevher Albay, günün sonunda mutlu bir aile olmayı başardı. Onların da payına mutluluk düşmüştü. Cem Cücenoğlu, Gülçin Hatıhan, Emirhan Akbaba ve İsmail Düvenci'ye emekleri için sonsuz teşekkürler....
Nevra... Oğlunu kaybetti, delirdi, manyadı ve hatta yandı ama yine sonunda gitti Ayşegül'ü öldürüverdi. Kazananların başında geldi. Keşke gelmeseydi tabi ama ne çare... Ayda Aksel karakterin tüm tutarsızlığını olağanüstü yansıttı. Nefret etmemizi sadece bakışlarıyla dahi sağladı. Çıldırdığı sahnelerde Nevra, ona öyle şekil verdi ki; normalde oh olsun! diye keyiflenmemiz gerekirken; düşünmeye sevk etti. Her zaman olduğu gibi mükemmeldi yani. Emeklerine sağlık...
Despina... Ranini'nin can düşmanı... O da zamanla büyük değişimler yaşayan karakterlerimizden oldu. Bahri'nin mafya olduğunu öğrendiğinde onu arkasında bırakmaya çalışan kadın, onun için cinayet işleyecek kadar gözü kara bir kadına dönüştü. Çok da yakıştı. İdil Fırat tüm asaletiyle karakterinin üstesinden gelmeyi çok iyi başardı. Bunu ölçümlemek de haddime değil zaten. Emeklerine sağlık kendisinin de...
Mümtaz... Son sezon birden ortaya çıktığında hafif sinir olacaktım ki, şahane bir dönüşüme imza attı. İlk sezon nefret ettiğim o adama bir kez daha dönüşmemesi ise şahaneydi. Murat Daltaban'dan başkası giyse, şimdi Poyraz gibi bela okurdum ama kıyamıyorum şuan kendisine de... Emeklerinize sağlık Daltaban sizin de...
Sema, Sefer, İsmail, Adil, Neşet, Zafer, Çınar... Adı aklıma gelmeyen, veda ettiğimiz tüm önemli karakterimiz onların da, canlandıran oyuncuların da emeklerine sağlık yeniden. Poyraz Karayel'i ayakta tutan parçalardan oldular, yokluklarında dahi.
Çağrı Vila Lostuvalı, Poyraz Karayel'in başına gelebilecek en güzel şeydi ve hakkını çok güzel verdi. İzlediğim en iyi reji diline sahip. Kendisinin de emeklerine sağlık, tekrardan. Osman Taşçı ondan görevi devraldığında, alışamayacağımı ve yadırgayacağımı düşünmüştüm ama zinhar öyle olmadı. Bir kere bile keşke demedim izlerken. Onun da ayrıca emeklerine sağlık...
Çokça delirtti bizi. İkinci sezon hele, baştan aşağı cinnet sebebidir benim için; yinelemek isterim. Tabi çoğunlukla elinde olmayan sebeplerle cinnete sürükledi ama hiçbir zaman da kalemi boş geçmedi. En fena ölümü bile o kadar şık yazdı ki, önünde ceket iliklemelik. Ethemcim Özışık senin de emeklerine sağlık. Ve elbette bölüm hikâyelerini yazan Uygar Şirin ve Melih Özyılmaz'ın, bölüm tretmanlarını yazan Deniz Gürlek ve Melek Seven'in de emeklerine sağlık. Ayrıca hepsinin nezaketine de sağlık. Sosyal medyadaki onca saydırma, hakaret, ağır söze bir kez bile tepki gösterdiklerine şahit olmadım. İyi ki de öyle yaptılar. Saygımız daha da arttı. Kızgınlıklarımız da ondan çabucak geçti, gitti...
Nasıl başlayacağımı bilemedim ama başlayınca da bitirmeyi beceremedim. Buraya kadar okudunuz mu, o kadar delirdiniz mi bilemiyorum ama 82 hafta boyunca severek yaptığım tüm yorumlarımı okuma tenezzülünü gösterdiğiniz için sizlere de ayrıca teşekkür ederim. En büyük teşekkür de, Poyraz Karayelcilere... Dizilerine öylesine güzel sahip çıktılar ki, ne desem boş. Belki bir çoğu bu finalden hoşnut olmadı ama şunu unutmasınlar. Poyraz Karayel, sıradan bir dizi değildi. Ondan sebep, sıradan bir mutlu son ona kesinlikle yakışmazdı. Efsaneliğine yaraşır bir sonla vedasını gerçekleştirdi. Sorarım size, zaten her türlü içimiz yanmayacak mıydı?..
Hoşçakal Poyraz Karayel. Seni izlemeyi de, her hafta yazmayı da çok özleyeceğim. Sen benim ne olursa olsun, bir bölümünü bile yazmayı aksatmadığım tek dizisin. Benim en değerlimsin.
Hoşça kal...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder