Beklenen Kral
Bensu Soral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bensu Soral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2016 Salı

İçerde: Bir umut...


Bir umutla yola çıkarsın. Attığın her adımda, umudun da seninle birlikte gelir. Karşılaştığın zorluklara göğüs germendeki tek sebeptir. Elbette bu yolda birilerine de güvenirsin. Herkes tek başına ilerlemekten hoşlanmaz. Çok güvenmekle kalmazsın, sadakat da beslersin. Bir dediğini iki etmezsin, hatta tüm geleceğini de karartırsın ama bir bakmışsın, sırtını hançerleyenlerden biri de o çıkmış. Peki şimdi nasıl ilerlersin? Hangisi gerçek, hangisi değil, ne yanlış, ne doğru nasıl anlayacaksın? Oyun olarak başladığın tablonun, yoksa bir parçası mı olacaksın?..

22 Kasım 2016 Salı

İçerde: Gözde evlat olma yarışı...


Bazen sadece şanslı olmak yeter insana. Sırtının hiçbir zaman yere gelmeyeceğinden emindir çünkü. Hele de etrafında gerçekten sadık birileri varsa, değme keyfine. Ne yaparsa yapsın sonunda kazanan o olur. İstesen de, istemesen de, sevsen de, sevmesen de kabullenmen gereken bir durum haline gelir. Kazanmak onun için sıradanlaşmış, kaybetmekse sadece anlık yaşadığı bir duygu değişimi halini almıştır. Peki sonsuza dek böyle sürer mi gerçekten? Nereye kadar kazanabilir ki? Yok mu bunun bir sınırı, çıkış yolu?.. Celal'in ilk bölümden beri yaptıklarıyla sevilecek, desteklenecek bir yanı yok. Karakter o kadar sempatik sunulmasa, sabah akşam beddua edilecek cinsten hatta. Ama adam da şeytan tüyü var. Ne yapıyor, ediyor içerisine düştüğü bataklıktan kurtuluyor. Ne zaman kaybedecek olsa, birisi mutlaka elini uzatıyor...

15 Kasım 2016 Salı

İçerde: Bu sefer kesin içerde...


Birilerine güvenmek gerçekten çok zor. En yakınındaki kişiden dahi şüphelenecek noktaya gelmekse bildiğin trajedi olmalı. İnsan bu şekilde ne kadar huzurlu kalabilir orası da muamma... Celal için birçok şeyi yeniden gözden geçirme zamanı geldi çattı. Güvendiklerinin listesini de baştan yapmalı. Bir oyun düşünün ki, altında has adam olmak derdi var sanarken; baş adam olma arzusu çıksın. Ancak, rüzgar tersinden esmeye çok erken başladı ve Alyanak için son yakın...

8 Kasım 2016 Salı

İçerde: Ölümü çağırmak...


Bir şekilde parlayınca, göze batmak daha bir olağan sanırım. İnsanlar kendilerine yeni bir rakip edinmiş oluyor, nasıl batmayasın ki? Ne kadar iyi ve anlayışlı olmaya çalışırsan çalış, hasetten ötesine geçilemeyebiliyor. Yetmiyor, kuyun da kazılabiliyor. Dost bildiklerin bile kazık atabiliyorken, seni rakip gören herhangi biri neden kazmasın kuyunu inceden?.. Sarp mükemmel zekası olan bir genç. Biz onu öyle tanıdık. Hatta o kadar mükemmel ki, zaman zaman Yusuf müdürün akıl hocası bile(!) oluveriyor. Ama arada bir geleceği görme, bir sonraki adımı atarken düşünme yetisini kaybediyor. O zehir gibi akıl gidiyor, yerine kendini ateşe atmış bir Sarp geliyor...

1 Kasım 2016 Salı

İçerde: Yalan yalan içinde...


Yalanlar, yalanlar, yalanlar... Bir insanın geçmişinden kaç tane yalan çıkabilir gerçekten? Attığı her adım, söylediği her söz, yaptığı her şeyin altında bir dümen saklama olasılığı nedir? Böylesine hin bir adam nasıl olmuş da bir kebapçı salonuyla yetinip koca bir holding yaratıp dünyaya açılmamış peki?.. Celal ile ilgili her hafta başka bir gerçek öğreniyoruz, her hafta başka bir yaptığı ortaya çıkıyor. Bunlar hep büyük adımlar aslında ama hikâye bir adım dahi ileriye gitmiyor...

25 Ekim 2016 Salı

İçerde: Bu nasıl bir olmayacaklar silsilesi?..


Gerçeklerin gölgesinde bir yalanı yaşıyor olmak nasıl bir duygudur acaba?.. İnandığın tüm doğruların birer yalandan ibaret olması ve şimdiye kadar yaptığın birçok şeyin, bu sebeple sadece kendine zarar verdiğini anlamak gerçekten acıtır herhalde insanın canını. Adım atacak dirayet bulamaz, kime güveneceğini şaşırır, neye inanacağını bilemez ve pişmanlık başlar. Ama hangi pişmanlık olanı değiştirebilmiş ki? Hangi pişmanlık kendini kurtarmak uğruna bir başkasının bertaraf olmasına, hatta ölmesine seyirci kalmayı hafifletebilmiş?.. Mert kendisiyle ilgili gerçekleri öğrendiğinde hayatının en büyük pişmanlıklarını yaşayacak, doğru. Ama duyduğu hiçbir pişmanlık, kendisini aklamak uğruna görev arkadaşının başını yakma cesaretinden daha büyük olamayacak...

18 Ekim 2016 Salı

İçerde: Kimin eli kimin cebinde?..


İnsanın kendisine koşulsuz bir şekilde güvenmesi kadar büyük bir acizlik olamaz herhalde. Çünkü alt edilmeye daha açık olursun ve bu güven daha korumasız adımlar atmana sebep olur. Yaptığın her şey dört dörtlük sanarsın ama arka köşede birileri sana kıs kıs gülüyordur, göremezsin... İnsanın kendine güvenmesi elbette önemli, orada sorunumuz yok lâkin arada hata yapabileceğini de bilmelisin. Karşındaki rakibi küçük görmemeli, sağlam adımlar atmaya devam etmelisin. Yoksa ters taklaya hiç olmadığın kadar yaklaşır, ardından da öylece bakakalırsın... Sözüm elbette Celal'e. Kendine inanılmaz güveniyor. Ne olursa olsun, herkesi alt edeceğine inancı sonsuz. Ama bu sefer çokça yanılıyor...

11 Ekim 2016 Salı

İçerde: Güvendiğin dağlara ya kar yağıyorsa?..


Güven duygusunu kazanmak çoğu zaman kolay değildir. Özellikle de etrafında sürekli aldatan insanlar olduğunu bildiğin zaman. O duyguya sarılmanın ne kadar zor olduğunu bilerek, güvenmeye çalışmak da cabası. Açsındır çünkü. Nereye kadar bir başına mücadele edebilirsin ki?.. O eşiği geçtikten sonra da her şeyin toz pembe olmasını bekliyorsun ama yanılıveriyorsun. Güvendiğin dağlara kar yağarken sen, bu uğurda yaptığın her şeyi sorgulama ihtiyacı duyuyorsun... Tıpkı ilerleyen bölümlerde Sarp ve Mert'in yapacağı gibi. İçerde olma oyununu, bir içerde kalma zayiatına dönüştüren Yusuf ve Celal'e de yazıklar olsun...

4 Ekim 2016 Salı

İçerde: Derine saplanmaktan kaçınmak...


Bir insan sevdikleri için ne kadar büyük risklerin içerisine girebilir? Ne kadar mücadele edebilir ya da ne kadar süre en derine batmadan geçmişini çıkartmaya çalışabilir? Ve başarabilir mi gerçekten, mücadele ettiği her şeyi kazanabilir mi en sonunda? Yoksa boşuna mıdır tüm çabası. Bir hiç uğruna mıdır mücadelesi?.. Sarp için olayın kısa özeti tamamen bu. Şuan öyle bir gidişatın içerisinde ki ne gerisin geriye dönebilir ne de gözünü karartıp daha derine dalabilir. Ne yok sayabilir gördüklerini, duyduklarını, bildiklerini ne de olmamış gibi davranabilir geçmişi. İşi gerçekten çok zor ve her bölüm başka bir sınanma kapısında bekliyor. O şimdilik her birini kapıda, hoş geldin diyerek karşılıyor ama elbet bir yerden sonra tak edecek canına. İşte o zaman karanlık tarafa mı geçmek gerektiği sorusu çıkacak karşısına. Yani en derine, bir daha yüzeye ulaşamayacağı kadar dibe. Ve vereceği karar her şeyi tümden değiştirecek sonrasında...

27 Eylül 2016 Salı

İçerde: Güvendiğin dağlara ya kar yağıyorsa?..


Neyin mücadelesini verdiğinden eminsen, daha sağlam kafayla ilerlersin yolunda. Karşına çıkan engelleri de birer ikişer geçersin. Ardına dahi bakmana gerek kalmaz; günün sonunda kazanan olup geride bıraktığın herkesi ve her şeyi mutlu edeceğini bilirsin... Peki ya tam tersi olursa? Doğru bildiğin her şey baştan aşağı yanlışsa? Güvendiğin, inandığın, yanında durduğun, onun için her tehlikeye gözü kapalı atladığın kişi aslınsa düşmanınsa? Ardına baktığında kazandım diyebilir misin o zaman? Aştığını düşündüğün engellerin her birinin aslında senden çalınanların üzerine kurulmuş bir dünya olduğunu görebilir misin? Peki ya görürsen, nasıl ayakta durabilirsin?.. Sarp bir intikam oyununun içerisinde ve safı oldukça sağlam. Günün sonunda kazanan olmaması imkansız. Ama Mert'in gerçek bildiği yalanlarla nereye kadar devam edeceği meçhul. Güvendiği dağlardan aşağı her gün yeni bir çığ iniyor haberi yok. Ne kadar daha kendini kullandırır bilmem ama gerçeği öğrendiğinde dizinin en tehlikelisi o olacaktır...

20 Eylül 2016 Salı

İçerde: İlk bakış


Polisiye dizileri oldum olası çok severim. Tabi bu konuda oldukça seçiciyim. Anlatılan ana hikâyeden başka, bölümlerin içerisine serpiştirilmiş o aksiyonlu gerilimlerin de insan kendisini çekmesini istiyor haliyle. Sadece aksiyon ya da sadece ana hikâye üzerinden yürüyen polisiyeleri bu sebeple pek sevemiyorum. İkisi ortaya karışık olduğundaysa, tadına doyamıyorum diyebilirim... İçerde'nin beni çekmesinin önemli noktalarından birisi de buydu. Konusu ortaya çıktığında ve esinlenildiği söylenen filmden bahsedildiğinde (Martin Scorsese imzalı 2006 yapımı film Köstebek), "izlemeden olmaz" dedim ve pazartesi akşamı ekran karşısına geçtim. Çok çok uzun olmasına ve üstüne de hiç reklamsız yayınlanmasına rağmen bölümü hiç sıkılmadan -yer yer kurgu içimi oysa da- izledim. Hele öylesine bir bölüm sonu yazılmıştı ki, sezon finali hissi verdi diyebilirim...